Sosyal Medya ile Beraber Yükselen Linç Kültürü

Gökhan Yiğit
1986 yılında Artvin’de doğdu. Artvin Anadolu Öğretmen Lisesi’nden sonra sırasıyla; Atatürk Üniversitesi Fizik Öğretmenliği bölümünden Yüksek Lisans derecesi ile, Çankaya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Siyaset Bilimi bölümünden Yüksek Lisans derecesi ile, Anadolu Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünden Lisans derecesi ile mezun oldu. Çalışma hayatına 2013 yılında Türkiye İş Kurumu’na İş ve Meslek Danışmanı olarak atanarak başlayan Yiğit, 2014-2021 yılları arasında bir meslek derneği olan Danışmanlar Derneği’nin kurucu Başkanı olarak Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüttü. 26. ve 27. Dönemde TBMM’de Milletvekili Danışmanı olarak çalıştı. Halen Türkiye İş Kurumu’nda İş ve Meslek Danışmanı olarak çalışmaktadır. İngilizce bilen Yiğit, evli ve iki çocuk babasıdır.
13.12.2020
1.355
A+
A-

Hakkında taciz iddiaları ortaya atılan bir kişi, dün sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşım sonrası intihar etti. Şimdi herkes bu intiharı konuşuyor. Tacizci diyen var, hayli müstehcen bir içeriği olan yazışmaların bu şekilde ifşalanması kişiyi intihara sürükledi diyen var, iyi olmuş diyen var, yazık olmuş diyen var ama kararı (bu adam suçlu mu suçsuz mu) hukuk vermeliydi diyen neredeyse yok, azınlık.

Bazılarınız bu kişiyi tanıyor olabilir. Açık konuşayım ben ismini ilk kez bu intihar haberi ile duydum, bu sebeple kendisine herhangi bir yakınlık-uzaklık duymadan bu olay sonrası yaşanılan tartışmalardan hareketle sosyal medyanın geldiği nokta ve de sosyal medya üzerinden her geçen gün artarak yayılan “linç” kavramı üzerine düşüncelerimi paylaşacağım.

Sosyal paylaşım platformları ya da daha yerleşik kullanımıyla “sosyal medya”, büyük bir hızla kitleleri içine almaya ve insanların günlük meşguliyetlerinin önemli bir kısmını işgal etmeye devam ediyor. İnternet erişimi olan insanların neredeyse tamamı bu platformların bir şekilde içinde yer almakta. İnsanlar artık bu mecralarda okuyor, yazıyor, tartışıyor… Hatta tanışıp evleniyor bile. İnsanlara her manada kendini pazarlayabileceği bir imkanı sunuyor sosyal medya. Kısaca, neredeyse hayatın bütün pratiklerinin kendine yer bulduğu bambaşka bir evren ile karşı karşıyayız. 

Sosyal medya, içinde bulunulan Covid-19 Pandemisi ile beraber birçok sektör için de daha merkezi bir hal almaya başladı; reklam verenlerin yatırımlarını yönelttiği ilk alan oldu, küçük işletmelerin ürünlerini teşhir ettiği işletme sayfalarının sayısı her geçen gün artıyor. Gazeteler okunmuyor, satmıyor ama internet haber sitelerinin pastadaki payı giderek artıyor. Televizyon izleme oranında ciddi düşüşler yaşanırken, YouTube gibi alternatif mecralara ilgi her geçen gün artıyor. Seçim kampanyaları da buralardan yönetiliyor; ufak çaplı kamuoyu yoklamaları bu mecralar üzerinden yürütülüyor; talepler, şikayetler hep bu alan üzerinden iletiliyor ve aracı kurumlar önemini her geçen gün kaybediyor. Bu duruma bir nevi “doğrudan demokrasi uygulaması” diyenler olsa da sosyal medya kullanımının toplumun ne kadarlık bir kesimini temsil ettiği, ne derece geçerli bir örneklem (manipülasyona açık taraflarını da ihmal etmeden) oluşturduğu ise halen tartışılıyor. Ve bu son intihar olayı sonrasında yaşanılan tartışmalar bir kez daha gösterdi ki, adalette buradan dağıtılmaya çalışılıyor. Daha önce birçok vaka için yapılan #tutuklansın, #yargılansın etiketlerini hatırlayacaksınızdır? Her gün bir başkası için bu kampanyalar oluşturuluyor neredeyse. “Kamuoyu oluşturma tekeli artık sosyal medyada başat gösteren anonimlerde” dersek çok da yanılmış olmayız. Kimse burada “masumiyet karinesi” diye bir kavramı aklına dahi getirmiyor. Önüne getirilen iddia üzerinde başka herhangi bir araştırma yapmadan çok hızlı bir şekilde kararını veriyor, tıpkı The Dark Knight Rises filmindeki gibi bir dakika bile sürmüyor yargılamalar… “Toplum vicdanı” rolünü  artık sosyal medya anonimleri oynuyor. Bu bir rol çalma mı yoksa giderek alışmamız gereken bir sosyal gerçeklik mi bunu ise kimse bilmiyor. 

Oysa hepimiz demokrasi ve hukuk kavramlarının hayatiliğini hemen her ortamda dile getiriyorduk. Hemen hepimizin tüm o entelektüel olma gayretleri içinde ağzından düşürmediği bu kavramlar, nedense bazı zamanlarda beynimizin kör bir noktasına itiliveriyor ve kitle refleksleri hepimizi esir alıyor. İşte bu anlarda, bazen hakim oluyoruz, bazen savcı… Bazen de avukat oluveriyoruz. İnsanların düşüncelerini özgürce ifade etmeleri, bir amaç uğrunda örgütlenmeleri elbette her zaman desteklememiz gereken bir durum. Ama, sıklıkla anonimlikten aldığı güç ile sadece kendi (belli belirsiz) vicdan, ahlak ve değer yargıları üzerinden hükümler verip kamuoyu oluşturma gayreti ve karar alıcı mekanizmaları istediği istikamete sokma girişimleri burada sorgulanması ve üzerine ciddiyetle düşünülmesi gereken bir olgu olarak karşımızda duruyor. Açık konuşalım,“Twitter diplomasisi” gibi kavramlaştığını göreceğimiz “Twitter yargılamaları”; kamu otoritesi, toplumsal infial uyandıracak vakalara proaktif yaklaşamadığı müddetçe devam edecektir. Hatta bir adım daha ileri gidelim, kamu otoritesi “Twitter yargılamalarına” gösterdiği hassasiyeti devam ettirdikçe bu çığ hiç durmayacaktır. Burada sadece taciz ve tecavüz gibi vakalara odaklanmayalım, toplumun bazı sinir uçlarına yapıldığı iddia edilen eylemlere gösterilen toplu/kontrolsüz tepkileri de, bazı siyasi ayrı düşmeler sonrası yaşanılan hararetli tartışmalar ve devamındaki hedef göstermeleri de veya özetle yasalarla suç kabul edilen fiillerin işlendiğine yönelik iddiaların görüldüğü sosyal medya duruşmalarını da bu “Twitter yargılamaları” tanımının içinde kabul edelim.

Bu noktada sevindirici olan ise (şimdilik), hala tamamıyla zombileşmemiş olmamız ve hala karar alıcı/uygulayıcı olma noktasında kamu otoritesinden “medet ummaya” devam ediyor olmamızdır. Evet henüz “öldürelim, asalım” nidaları yükselmiyor ve evet Black Mirror dizisinin White Bear bölümündeki gibi kendimizce oluşturduğumuz “adalet parklarında” sürekli olarak kendini tekrar eden bir sosyal linç ile hayvan terbiyecisi rolleri oynamıyoruz, ama sosyal medya üzerinden oluşturulan çeşitli kitle kümelerinin giderek bir otorite olma yolunda adımlar attığı durumunu da gözden kaçırmamalıyız. Zira bu kitle kümelerinin nereye evrileceğini bilmiyoruz, referansları, değer yargıları, ahlak anlayışları konusunda hiç bilgi sahibi değiliz. İsimlerini dahi bilmiyoruz birçoğunun…

Burada hep beraber odaklanılması gereken; toplumsal mutabakatlarımız üzerine inşa ettiğimiz hukuk düzenimizi güçlendirmek için neler yapacağımız konusudur. “Nasıl bir toplumda yaşamak istiyoruz?” sorusunun cevabını önce kendimize vermeliyiz. Kuralsız, kaotik, zahirde sınırsız özgürlükçü ve fakat nihai kertede bir anarşiyi çağırdığı belli olan bir toplum düzeni mi yoksa yasalarla sınırlarımızı çizdiğimiz (özgürlük alanları da dahil) ve güvenilir kurumlarla bu düzenin korunup teminat altına alındığı demokratik bir toplum mu?

Cevabınız ikinci seçenek ise; toplumun kahir ekseriyetinin üzerinde antant olduğu yasalar çerçevesinde hukuk düzeninin işlemesi için üzerimize düşünleri yerine getirmeliyiz. Veya yasalar ve yaptırımlar noktasında eksiklikler varsa da bunu yine demokratik teamül ve kurumlarla düzeltmenin/geliştirmenin çabasında olmalıyız. Duyarlılığımız olan konularda dahi, zor da olsa, itidalli davranmalı, hukukun işletilmesi noktasındaki süreçleri desteklemeliyiz. Hiçbir tacizciyi, hiçbir tecavüzcüyü (bunlar hangi görüşten, hangi mahalleden olursa olsun) aklama gibi bir gayem olmadığını da “yine bir toplumsal lince maruz kalmamak adına” açıkça belirtmem gerekiyor sanırım. Tüm tacizci ve tecavüzcülerin en hızlı şekilde en ağır cezayı alabileceği bir hukuk düzeni için mücadele edelim diyorum. Bir cinayet iddiası varsa, düşünce özgürlüğü sınırlarını aştığı iddia edilebilecek söylemlerle birileri itham ediliyorsa bunların yargılamalarının yapılacağı mecra sosyal medya olmamalıdır. Özellikle sosyal medya üzerinden kendini gösteren kontrolsüz linç girişimlerini teşvik ettiğimiz her günün, herkesin bu linçle tanışabileceği tehlikeli bir ortamı beslediğini unutmayalım. Aksi durumda bu canavar, Andy Warhol’un meşhur “herkes bir gün 15 dakikalığına meşhur olacak” sözünü “herkes bir gün 15 dakikalığına linçe uğrayacak” yapacaktır ve insanların gerçek düşüncelerini söylemekten çekindiği,  lince maruz kalmamak için anonimleştiği, böylece her geçen gün kendi kendini büyüten bir organizma halini alacaktır.

Tekraren altını çizmekte fayda görüyorum; intihar örnek olayından bağımsız, Twitter yargılamalarıyla güç bulan linç kültürüne biz bireysel olarak dur demezsek, bu evren bir sürü farklı konuda üretilen iftira, kumpas ve karalamayı da beraberinde getirecektir. İnsanlar mahkemelerde kendini aklasa dahi bunun hiçbir anlamı olmayacak, zira bu durum hiç kimsenin dikkatini dahi çekmeyecektir.

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.