Benim imzam, senin imzanı döver!

Fatih Başak
1968 yılında Sungurluda doğdum. İlk, orta ve lise tahsilini Sungurlu’da tamamladıktan sonra 1989 yılında Amasya Eğitim Yüksekokulu’nu tamamlayarak, Batman ili Kozluk ilçesinde sınıf öğretmeni olarak göreve başladım. 1993 yılından 2004 yılına kadar Sungurlu’nun Eşme ve merkez Fevzi Çakmak İlköğretim Okulu’nda sınıf öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra 2004 yılında Boğazkale Merkez İlköğretim Okulu Müdürü olarak görev yaptım. 2008 yılına kadar burada görev yaptıktan sonra Havza ilçesi Millî Eğitim Şube Müdürü olarak atandım. 2010 yılında kadar görevlendirme yoluyla Sungurlu İlçe Millî Eğitim Şube Müdürü olarak görev yaptım. 2010 yılında Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’na Şube Müdürü olarak atandım. 2012-2014 yıllarında Ağrı Milli Eğitim Müdürü, 2014 yılında da Kocaeli Milli Eğitim Müdürü olarak görev yaptım. 2014 – 2019 yıllarında MEB Temel Eğitim Genel Müdürlüğü’nde daire başkanı olarak görev yaptım. Halen MEB Millî Eğitim Uzmanı olarak görev yapmaktayım. Evli ve 4 çocuk babasıyım.
29.01.2021
817
A+
A-

Benim imzam, senin imzanı döver!

Milli Eğitim Müdürlüğü yaptığım illerde üniversitelerle hep iş birliği yapma gayreti içerisinde oldum. Özellikle Eğitim Fakülteleri ile görevimiz gereği daha çok işbirliği içerisinde çalıştık. Aynı şekilde Eğitim Fakültesi son sınıf öğrencilerinin staj (öğretmenlik uygulaması derslerinin) uygulamaları başta olmak üzere birçok alanda Milli Eğitim Müdürlükleri ile Üniversiteler iş birliği içerisinde çalışırlar, çalışmak da zorundadırlar. Öğrencilerin staj çalışmalarının dışında araştırma çalışmaları, çalıştaylar, seminerler, okullarımızda akademik çalışmalar yapılması gibi birçok konuda iş birliği çalışmaları yapıldığı bilinmektedir.

Yönetici olarak görev yaptığım illerde buna benzer çalışmalar yapıldı. Ancak dikkatimi çeken bir husus olmuştu. Tüm bu çalışmalar yapılırken her bir çalışma için üniversite ile il milli eğitim müdürlüğü arasında her faaliyet için yazışma yapılıyordu. Karşılıklı yazışmalar arzu edilmeyen şekilde süreci uzatıyordu. Çoğu zamanda yapılması planlanan çalışmalar sekteye uğruyordu. Bu durum hem milli eğitim olarak bizleri hem de üniversitelerde kırtasiyeciliği ve bürokrasiyi artırıyordu.

Bürokrasiyi azaltmak ve lüzumsuz yazışmaları kaldırmak adına üniversitenin ilgili birimleriyle görüşmeler yaptık. Görüşmeler sonucunda karşılıklı yazışma yapmak yerine bir protokol hazırlanması ve yazışmalara gerek kalmadan bu protokol çerçevesinde çalışmaların yürütülmesi konusunda mutabık kaldık. Böylece sürecin bürokrasiye takılmadan ve kırtasiyeciliğe boğulmadan daha seri olarak gerçekleşmesi konusunda hem fikir olduk.

İl Milli Eğitim Müdürlüğü olarak, konu ile ilgili bir çalışma grubu oluşturdum. Bu çalışma grubu protokol taslağı üzerinde çalıştı. Taslak, belirli aralıklarla bazen yüz yüze görüşmeler bazen de sanal ortamında paylaşılarak karşılıklı görüşler alınıp taslağa son şekli verildi.

Milli Eğitim olarak Protokol Taslağının son hali, üniversitedeki yetkili kişilere teslim edildi. Üniversite yetkililerinin taslak ile ilgili son görüşlerini bildirmeleri ve katkı sunmaları istendi. Yapılacak eklemelerden sonra taslağın son halini rektöre sunmalarını, uygun görülmesi halinde protokolün imzalanacağı belirtildi.

Taslak yaklaşık iki hafta üniversitede bekletildi. Protokolün son hali ile ilgili görüşlerinin ne olduğu konusunda birkaç telefon görüşmesinden sonra nihayet protokol taslağını Milli Eğitim Müdürlüğüne gönderdiler. Üniversitenin görüşleri dâhil edilerek protokole son hali verildi. Protokolü Milli Eğitim Müdürü olarak imzaladım rektörün de imzalaması için üniversiteye gönderdim. Yine bir süre bekletildikten sonra protokol imzalanmadan ve bir gerekçe de gösterilmeden Milli Eğitim Müdürlüğüne geri gönderildi.

Hayretler içerisinde idim. Uzun süredir üzerinde çalıştığımız ve bütün maddeleri üzerinde hem fikir olduğumuz protokol neden imzalanmamıştı? Hemen telefonla Rektörü aradım. Rektör yerinde olmadığı için özel kalemine protokolün neden imzalanmadığını sordum. Aldığım cevap beni daha da çok hayrete düşürmüştü.

-Protokolde rektörle sizin imzanız aynı hizada.

Önce anlayamadım. Ardından devam etti.

-Rektörümüzle sizin imzanız aynı hizada olmamalı. Çünkü Rektör protokolde sizden önce geliyor, dedi.

Oysa protokol iki kurum arasında imzalanıyordu. Burada bir yanlışlık var diye düşünmeye başladım. Diyelim ki doğruydu. Ama nelerle uğraşıyorduk? İşin amacından uzaklaşıp “Benim imzam senin imzanı döver.” demeye getiriliyordu. 

Bizim için önemli olan çocuklara faydalı olmak, bürokrasiyi azaltmak deyip, protokolü yeniden üniversite yetkililerinin isteğine göre düzenleyip yeniden imzalanması için gönderdik. Protokol yine uzun bir süre Rektörlükte bekletildi. Yine taslağın safahatını öğrenmek için aradım. Aldığım cevapla bu defa şok olmuştum.

-Müdür bey, protokolde siz teklif edin, vali beyin ismini açın, karşısında da rektör beyin ismi olsun. Siz burada sadece sekretarya görevini yürütebilirsiniz, denilmez mi?

Bu defa verilen mesaj; “Bu tip protokolleri rektör ancak vali ile karşılıklı imzalar. Burada sizin sadece sekreterlik göreviniz var.” demekti.

Aman Ya Rabbi! Bizler nelerle uğraşıyoruz? İlim irfan yuvası olması gereken, bilimsel özerkliği olan, bilim ve teknolojinin üretildiğini varsaydığımız üniversite nelerle uğraşıyor? Bu resmen tatminsizlik diyebileceğimiz anlamsız bir protokol hastalığı diye düşünmeye başladım… Kafam bir yığın soru ile meşgul iken bir arkadaşım bir video paylaştı internet ortamında ve altında şu cümle yazılıydı. “Bilim ego’nun bittiği yerde başlar…” Tamam dedim… İşte, kafamdaki soruların bütün cevaplarını bulmuştum bu cümlede. Hemen açtım ve dikkatlice izledim. Bakın, ABD-NASA’da çalışan Neva ÇifçioğluBanes o videoda neler söylüyor, neler anlatıyor? 

TEDx konuşmalarında, seyircilere bir soru sorarak sunumuna başlayan Neva Çifçioğlu; üniversite ve bilim dünyasında “Ego”ların çarpışmasını kendi hayatından örneklerle anlatıyor. Ve Neva Çifçioğlu önce ego’yu şu cümlelerle tanımlıyor.  

”Ego kendini dev aynasında görmektir.” 

“Ego çok az bilip çok bildiğini sanmaktır.” 

“Ego kişinin kendi kendisini kral ilan etmesidir.” 

“Ego yabani tohuma benzer, bahçelerde bulunan yabani ayrık otu gibidir. Onu zamanında ayıklamazsanız bütün bahçeyi sarar ve sebze-bostan alamazsınız.” diyor ve ardından kendi ego’sundan nasıl kurtulduğunu anlatıyor. 

-NASA’dan çalışma teklifi gelince içimdeki ego tavan yapmıştı adeta… NASA’nın çalışma teklifini heyecanla kabul eden Neva Hanıma NASA’da bir oda tahsis ediliyor ve odanın kapısına sadece İsmini yazıyorlar… Bunu gören Neva Hanım küplere biniyor. Niçin akademik titrim (Doç. Dr. Neva…) ismimin önüne yazılmadı? Bu unvanları biz kolay mı elde ettik… filan diye söyleniyor. Araya girenler Nasa’da hiç kimsenin unvan kullanmadığını, unvanların eşyalarda olduğu gibi “birer kenar süsü” olduğunu filan söylüyorlar… Bunu duyunca Neva Hanım biraz utanıyor ve “ego” konusundaki ilk dersini alıyor. İkincisi de; NASA’da yine çok önemli bir buluş gerçekleştiriyorlar. Projede ağırlıklı Neva Hanımın çalışması ve katkısı söz konusu… Üstelik çalışmanın raporunu da Neva Hanım yazıyor. Daha sonra çalışmada yer alan personelin isimleri yazılırken bu sefer öncelik, sonralık tartışmasını gündeme getiriyor Neva Hanım ekipte… Bu tartışma yapılırken üzerine NASA emektarlarından ve önde gelenlerinden bir hocaları geliyor salona. Hoca;

-Nedir konu, neyi tartışıyorsunuz? Deyince Neva Hanım,

-Hocam çalışmanın ağırlıklı yükü benim üzerimde, raporunu da ben yazdım, benim ismim öne yazılması gerekmez mi? Haksız mıyım hocam? diyor.

Bunun üzerine Hocası, bu durumdan hoşlanmadığını hissettiren bir yüz ifadesi ile hiçbir şey söylemeden odadan çıkıyor. Neva Hanım Hoca’nın bu tepkisi(zliği) karşısında şaşırıyor. Orada bulunanlardan birisi Hoca’nın niçin böyle davrandığını açıklıyor ve diyorki:

-Hoca’mızın burada onlarca buluşu var. Ne buluşlarının ne de uluslararası yayınlarının altında Hoca’nın ismi bulunmamaktadır. Bütün buluşlarını Hoca kuruma bağışladı. 

Bunun üzerine Neva Hanım,

-PekiCV’sinde bunlara ihtiyaç olur. Niçin ismini yazmıyor ki? dediğinde, 

-Onu herkes tanır. Buna ihtiyacı yok ki… Bunun üzerine Neva Hanım bir kez daha içinde yaşattığı ve büyüttüğü EGO’sunun mahcubiyetini yaşadığını söylüyor… Ve ardından o çarpıcı cümleyi kuruyor; 

-Ego’nun bittiği yerde ilim başlar… 

O zaman yukarıdaki rektörün davranışı karşısında, ister istemez şu yargıya varıyorsunuz. Bir protokol metninde benim imzamın seviyesi Milli Eğitim Müdürünün değil, olsa olsa valinin imzasının seviyesinde olması gerekir, diyerek yapılacak iş yerine imzasının yerini önemseyen bu üniversitede ilim namına bir çalışma yapılmıyor, yargısında bulunuyorsunuz…  

Atalarımız ne güzel söylemişler; “Kuyudaki kurbağa gökyüzünü kuyudan görebildiği büyüklükte sanırmış.” 

Milli Eğitim Müdürlüğü ile Üniversite Rektörlüğünün eğitim konusunda işbirliği yapmak üzere hazırlanan protokolde, sizce kimin imzası kimin imzasının üstünde olmalı? Bu sorunun cevabını biz bulamadık. Sanırım siz de bu saçma sorunun cevabını, yukarıda NASA’da çalışan Neva Hanımın anlatımı bağlamında bulmuşsunuzdur.

Bir tarafta insanın DNA’sının sarmalında dolaşan,  uzayın fethine çıkan gelişmiş dünya üniversiteleri, diğer tarafta protokol metninde kim nereye imza atmalı? Kimin imzası kimin imzasının yanında ya da üstünde olmalı? mücadelesini yapan ülkemizde EGO’su tavan yapmış bir kısım üniversite camiası…

Hem özerk, hem bağımsız, hem de özgür düşüncenin hâkim olduğunu düşündüğümüz üniversitedeki anlayışa bakar mısınız? 

İlim dünyasında, ego’ları gömecek mezarcı aranıyor desek, haksız mıyız acaba?

Sizce kimin imzası kimin imzasının üstünde olmalı? 

Daha çok çalışmalıyız çoook.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.