İnsanı Anlayan Eğitim Nasıl Olmalı?

Serdar Bilgin
1977 Ankara doğumluyum. İlk ve orta öğrenimimi Ankara’da, yüksek öğrenimimi Şanlıurfave İstanbul’da tamamladım. 1998 tarihinde Bolu’da Türk Dili ve Edebiyatı/Türkçe Öğretmeni olarak göreve başladım. Ankara’ya 2002 tarihinde atandım. 2002 yılından bugüne Sincan’daki okullarda öğretmen ve yönetici olarak görev yaptım. Yine bu süre zarfında Milli Eğitim Bakanlığı nezdinde Program Geliştirme Dairesi 6-8. Sınıflar Türkçe Dersi Özel İhtisas Komisyonunda, MEBBİS,TEFBİS,Toplam Kalite Yönetimi, ARGE, Basın-Yayın gibi çalışmalarda ve projelerdegörev aldım. 2019 yılında Sincan Itri Güzel Sanatlar Lisesi kurucu müdürü olarak görev yaptım. Şu an Sincan ErkuntMesleki Eğitim Merkezinde SİMEP projesinden sorumlu müdür yardımcısı olarak görev yapmaktayım.
01.06.2021
942
A+
A-

Bugün yazıma bir soru ile başlamak istedim. İnsanı anlayan eğitim nasıl olmalı?Konunun derinliği malumunuz, bugün insanı anlayan eğitim fikrinin çerçevesini çizmek için izninizle mütevazı bir adım atmak istiyorum.

Eğitim İnsana Yakışır.

Öğrenme ve öğretme süreklilik arz eder; sınırları okul ile çizili değildir. İnsanın olduğu her yerde ve her yaşta eğitim vardır. Eğitimin özü, insanın özüdür. İnsanı anladığımız ölçüde eğitimde başarılı oluruz.

İlginç Bir Hikâye Paylaşayım

Büyük ve saygın bir firmada insan kaynakları müdürü olarak görev yapan bir arkadaşımın hatırasını paylaşarak sözlerime giriş yapmak istiyorum.

Bir gün firmasındaki bütün personeli topluyor ve onlara saygın firma olduklarını ancak firma önünde sigara içen personelin oluşturduğu görüntünün bu saygınlığı zedelediğini, sigara içmeleri için firma içerisinde kendilerine nezih bir yer tahsis ettiklerini kibarca ifade ediyor.

Ertesi gün sabah firmanın önünde üç işçinin sigara içtiğini görüyor. Kendisini gördüklerinde yüzlerinin hiç kızarmadığını ve sigara içmeye devam ettiklerini görünce kızgınlığı daha da artıyor.

Koca insan kaynakları müdürünü kâle almamışlardı, şimdi yanlarına gidip “Siz kim oluyorsunuz da burada sigara içiyorsunuz ya da muhasebeye gidin tazminatınızı alın ve bu firmadan defolup gidin!” demeliydim. Buna yetkim vardı, onların müdürü idim.

Duraksadım. Bu üç işçi on beş yıldır bu firmada çalışıyorlardı, yerine onlar gibi tecrübeli birini bulmak ya da yetiştirmek hem zaman hem de para kaybı olacaktı. Kızsam, bağırsam, bana ve firmaya mesafe koymalarına neden olacak, performansları düşecek, kaybedecektik.  Sakinliğimi korudum, onlara tebessüm ettim, günaydın dedim ve odama çıktım.

Yaklaşık bir saat sonra o üç işçiyi odama çağırdım. Onları odamda yine tebessümle karşıladım, hal ve hatırlarını sordum, çay ikram ettim. Onların yüreklerine şu ana kadar hiç dokunmamıştım. Personelimle ilgili bilmediğim meğer ne kadar çok şey varmış, bunu gördüm.

Üç işçi samimi bir şekilde odamdan ayrılırken onlara sigara ikram ettim ve “Lütfen bunu firmada sizin için tahsis edilen odada içiniz!” dedim, tamam deyip teşekkür ettiler.  Yüzlerinde tebessüm ile odamdan ayrıldılar.

İnsana Dokunun! 

İnsana dokunduğumuzda başarı ve kalite de beraberinde geliyor. İş adamları şunu gördü ki; üretimin kalitesi personelin performansı ile doğru orantılı, personelin şahsına dokunduğunda onu önemli ve özel hissettirdiğinde personelin performansı artıyor ve şirket çok kazanıyor. Karşımızdakini önemli ve özel hissettirdiğimiz her an kazanıyoruz. Çünkü insan “değerli olduğunu bilmek, dinlenilmek, anlaşılmak, umursanmak, beğenilmek, takdir edilmek, fark edilmek, kabul görmek ve fikri sorulmak” ister. Sağlıklı bir etkileşim alanını ancak ve ancak bu şekilde inşa edebiliriz. Öğrenme ortamı da böyle sağlıklı bir etkileşim alanı üzerine inşa edilirse şayet sağlıklı ve güçlü olur.

Öğrenciye de Dokunun ve Onu Anlayın!

Okul ortamında öğrencilerimizin yüreklerine dokunabilmek, onları anlayabilmek, onları önemli ve özel hissettirebilmek öğretmen olarak bizlerin ilk görevi olmalıdır.

Malumunuz öğrenme sürecinde en belirleyici unsur öğrencidir. Öğrenci, öğretmenin aynasıdır. Öğretmen, öğrencisini anlayabildiği ölçüde aynada yansır. Öğrenci istemedikçe ona hiçbir şey öğretemeyiz. O nedenle öğrenme sürecinde öğrenme ihtiyacı hissettirilmeli, öğrencide merak uyandırılmalıdır. Öğretmen olarak öğrencimizi öğrenmeye hazır ve istekli hale getirmeli; öğrencimize neyi, nerede, niçin ve nasıl öğrenmesi gerektiği hususunda rehberlik yapmalıyız.

Öğrenme ortamında “öğrenci” merkeze alınmalı, öğrenci ile “özel bir bağ” kurulmalı, öğrencinin önemli ve özel olduğu hissettirilmelidir. Öğrencinin “geçmiş yaşantıları, ilgileri, kaygıları ve beklentileri” hesaba katılmalıdır.

Her öğrencinin öğrenme düzeyi ve hızı farklı farklıdır. Öğretmen bir orkestra şefi gibi her öğrencisi ile “özel bir bağ” kurar, onlara yeteneklerini fark ettirir, içlerindeki hazinenin ortaya çıkmasına vesile olur. Bilgi, tutum ve becerilerinin hayatına nasıl katkı sunduğuna, hayat kalitesini nasıl etkilediğine kendisini şahit ettirir ve onlara şahsiyet kazandırır. Öğrenci kendinin, kişisel yeterliliklerinin farkına varır; kendini doğru değerlendirir; duygularını doğru yönlendirir ve özgüven sağlar.

Eğitim Tevhidi bir Modelde Yaratılış Kanunlarına Uygun Verilmelidir.

Varlık-gelişim ilişkisini doğru bir şekilde kurulabilmemiz; insanı insan yapan bilişsel (aklın ve şuurun kullanımı) ve duyusal özelliklerini geliştirebilmemiz için eğitim sistemimiz insanı anlamalıdır.

Eğitimde tevhidi bir model geliştirmeli, insanı bütün (dünya-ahiret; beden-ruh) hayatı ile nazara verilmelidir. İnsan; bu eğitim sisteminde hayatına dönük ölçüler alabilmeli, yeteneklerini inkişaf ettirebilecek ortamlar bulabilmeli, tekrara ve taklide düşmeden hakikate yönelebilmelidir.

Öğrenciye Kendini ve Rabbini Bilecek Bir Eğitim Sunmalıyız.

Bu süreçte öğrenen insan, Allah’ı, isim ve sıfatlarıyla şahsi ve meslekî yaşamında hisseder, hayatına ölçütler kazandırır. Sınırlar çizer, ölçülerini davranışlarının bir parçası haline getirir. Öncelikle kendine ve çevresine saygı duyar, varlıkları ve özellikle insanları Allah adına sever. Öğrencilerdeki benzer ve farklı yönleri ayırt eder. Öğrencinin güçlü yönlerini görür, zayıf yönlerini de faydalı bir şekle dönüştürür. Bireysel farklılığını topluma zenginlik olarak sunar, içinde bulunduğu kâinat ve toplumla, sağlıklı ilişkiler kurar, zihinsel, duygusal, sosyal ve ruhsal yönü tedricî tecrübelerle büyür, kendisini ve yaşadığı toplumu geliştir, kâinatın ve toplumun anlamlı ve ahenkli bir parçası olur.

Bunlar mümkün!

Ya mümkün olmazsa ne olur?

Mümkün olmazsa, daha önce yaşadığımız gibi; makineleşme başlayacaktır.

Aşağıdaki fragmanı izleyince eğitimi bir kez daha düşünün.

İnsanın unutulduğu, bir makine gibi olunması ve üretime katılması istendiği makineleşme çağını anlatan Charlie Chaplin’in “Modern Zamanlar”ını izleyiniz.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.