TÜRKİYE CUMHURİYETİ BAŞA BELA MI?

Niyazi Kaya
Doç. Dr. Niyazi KAYA 01/06/1975 yılında Trabzon'da doğdu. İlk,orta ve lise öğrenimini Trabzon'da tamamladı. 1996 Karadeniz Teknik Üniversitesi Eğitim Fakültesi Coğrafya Öğretmenliği Bölümü'nü bitirdi. Aynı üniversiteden 2003'de yüksek lisans, 2012 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Orta Öğretim Sosyal Alanlar Ana Bilim Dalı Coğrafya Öğretmenliği Bilim Dalı Doktora Programı doktora derecesini, 15 Nisan 2020 tarihinde Üniversitelerarası Kurul Başkanlığınca verilen Doçentlik ünvanını aldı. Millî Eğitim Bakanlığı'na bağlı farklı birimlerde coğrafya öğretmeni, ders kitabı yazarı, proje hazırlama, uygulama ve değerlendirme sorumlusu, şube müdürü ve daire başkanı olarak görev yaptıktan son 13/02/2020 tarihinde Lahey Büyükelçiliği Eğitim Müşaviri olarak göreve başlamıştır. Coğrafya, coğrafya eğitimi, cevre eğitimi, öğretmen eğitimi, sosyal bilgiler, insan hakları eğitimi vb. konularda ulusal ve uluslararası dergilerde yayınlanmış makaleleri, kongre ve sempozyumlarda sunulmuş bildirileri vardır. Sürdürülebilir kalkınma için doğa ve çevre eğitimi, ölçme ve değerlendirme, eğitimde ulusal ve uluslararası standartlar ve yeni uygulamalar, bin yılın kalkınma hedefleri, herkes için eğitim, kamu etiği, stratejik plan hazırlama, proje hazırlama, izleme ve değerlendirme, çevre eğitimi, Türkiye Coğrafyası ve jeopolitiği, siyasi coğrafya vb. gibi konularda eğitimler vermektedir. İngilizce bilen KAYA, evli, bir erkek ve bir kız çocuk babasıdır
14.03.2022
377
A+
A-

Yaklaşık yirmi bir ay sonra cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılını hep birlikte idrak edeceğiz. Geçen bir asırda yürütme erkini elinde bulunduran hükümetlerin neredeyse hepsinin yönü Batı oldu. Hükümetler, Batı’yla çatışma ya da derin anlaşmazlığa düşmeden iyi ilişkiler kurmayı temel hedef haline getirdi. Türkiye’nin, 200 yıl gecikmiş kalkınma hedeflerine Batı’nın suyuna giderek, onlarla ters düşmeyecek politikalar yürüterek ulaşılabileceğine inanıldı. Bu düsturu seçim vaatlerine ve programlarına alan partiler, halkın teveccühünü alıp seçimleri kazanarak hukuk, ekonomi, eğitim, sosyal ve kültürel alanlarda bazıların reform bazılarının ise yozlaşma olarak tanımladığı değişiklikler yaptı. Batı ise aydınlanma ve sanayileşme devrinde ekonomik, askeri ve teknik alanda elde ettiği ezici üstünlüğün verdiği güçle kıta Avrupa’sına mensup olmayanları, kendi çıkarlarına hizmet etmesi gereken bir güruh olarak görüyordu.

Her koşulda Batı’ya hizmet etmesi gereken güruh içinde dünyanın en değerli hazinesi üzerinde kurulan stratejik açıdan ne güçlenmesi ne de çok zayıflaması istenen Türkiye Cumhuriyeti, her daim başa bela olma potansiyeli yüksek olan bir ülke olarak görüldü.

Batı tarafından Türkiye’nin başa bela olma potansiyeli, her an krizlere açık coğrafyası, bir biriyle asırları aşan hasmane ilişkileri olan komşuları, yürütme erkini elinde bulunduran otoritenin milli ve bağımsız politika üretme iradelerine göre artabilir ya da azalabilir olarak değerlendirildi. Sadece son iki yıl içinde Doğu Akdeniz hidrokarbon yataklarının paylaşımı, Libya, Suriye, Irak ve İran’da yaşanan gelişmeler, Afganistan’dan ABD’nin çekilmesi, Azerbaycan Ermenistan Çatışması, Dedeağaç’a ABD’nin en büyük askeri üssünün kurulması, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali gibi gelişmelere bakılması bahsettiğimiz problemin anlaşılmasına yardımcı olabilir.

Türkiye’nin başa bela olma potansiyeli bizi, Batı için her an “hasım ülke”, NATO üyesi olmasından dolayı “müttefik ülke” veya “stratejik ortak”, Nükleer güce sahip Rusya’nın saldırgan durumuna karşı “dost ülke” de yapabilir.

Ekonomik büyüklüğümüz, eğitimli genç nüfusumuz, millet olarak krizleri fırsata çevirme yeteneğimiz, sorunlar karşısında gecikmeden bir an önce harekete geçebilme kabiliyetimiz, güçlü savunma sanayimiz ve ordumuz, coğrafi konumumuz, kadim medeniyet ve tarihimiz esasında bizi, Batı için vazgeçilmez kılmasına karşın Batı tarafından bir türlü hak ettiğimiz değeri ve saygıyı göremiyoruz. Bunda siyaset kurumunun geçmişten bugüne kadar politika üretmede yetersiz kalması, Batı’nın ikiyüzlü tutumunun yanında güçlü bir ekonomiye sahip olmamızın etkisi vardır. Ancak bunların ötesinde akademide olası zorluklara ve yaşanan ve yaşanabilecek anlaşmazlıklara çözüm üretebilecek çalışmaların yapılmaması, siyaset kurumuna, ekonomi bürokrasisine, kolluk kuvvetlerine, hariciyeye yeterince argüman sunulmaması kanaatimce en önemli etkendir. İnsanlık tarihi incelendiğinde asırlar boyunca dünya tarihine yön veren medeniyetlerin ortak özelliğinin güne ve geleceğe yön veren güçlü bir entelektüel birikime sahip olan akademilerinin olduğu görülür.

Geçmişi, bugünü ve geleceğe dair sağlıklı okumaları yapabilecek devlet ve özel sektör kadroları hayatın akışına uygun olarak doğru ve zamanında bilgilerle beslenmez ve becerilerle donatılmalıdır. Bu yapılmadığı takdirde yerindelik, objektiflik, tutarlılık ve üslupta ölçülülük terk edilerek üstten bakan, aşağılayan, meydan okuyan bir dille konuşmak ve yazmak meziyet olarak görülür. Bunun sonucunca ideolojik saplantılara bağlı geliştirilen tutarsız politikalarla kurumlar yönetilmeye başlar bu da zaman içerisinde inandırıcılığın ve güvenilirliğin kaybolmasına neden olur.

Ezcümle biz; ideolojik saplantıları, tutarsız politikaları ve duygusallığı bir tarafa bırakıp haklılığı ya da haksızlığı anlatmak, karşı tarafı anlamak, onların hangi yetenek, amaç, öncelik ve beklentiler içinde hareket ettiğini, edebileceğini bilmek zorundayız. Tarih, bize kazananların yalnızca inananların değil aynı zamanda hazırlıklı olanların muzaffer olduğunu söylemektedir. Bundan dolayı bizim hamasetten uzak, gerçekçilik, akılcılık ve tutarlılığı öne çıkaran politikaları geliştirip uygulamaya koymamız gerekmektedir.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.