Eğitimin Gücü Var mı?

Fatih Başak
1968 yılında Sungurluda doğdum. İlk, orta ve lise tahsilini Sungurlu’da tamamladıktan sonra 1989 yılında Amasya Eğitim Yüksekokulu’nu tamamlayarak, Batman ili Kozluk ilçesinde sınıf öğretmeni olarak göreve başladım. 1993 yılından 2004 yılına kadar Sungurlu’nun Eşme ve merkez Fevzi Çakmak İlköğretim Okulu’nda sınıf öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra 2004 yılında Boğazkale Merkez İlköğretim Okulu Müdürü olarak görev yaptım. 2008 yılına kadar burada görev yaptıktan sonra Havza ilçesi Millî Eğitim Şube Müdürü olarak atandım. 2010 yılında kadar görevlendirme yoluyla Sungurlu İlçe Millî Eğitim Şube Müdürü olarak görev yaptım. 2010 yılında Millî Eğitim Bakanlığı Talim Terbiye Kurulu’na Şube Müdürü olarak atandım. 2012-2014 yıllarında Ağrı Milli Eğitim Müdürü, 2014 yılında da Kocaeli Milli Eğitim Müdürü olarak görev yaptım. 2014 – 2019 yıllarında MEB Temel Eğitim Genel Müdürlüğü’nde daire başkanı olarak görev yaptım. Halen MEB Millî Eğitim Uzmanı olarak görev yapmaktayım. Evli ve 4 çocuk babasıyım.
02.09.2022
295
A+
A-
Eğitimin Gücü Var mı?

İlk görev yerim Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde bir köydü. Güvenlik problemi olmasına rağmen huzurlu ve daha güzeli mutlu olarak bu köyde 4 yıl çalıştım. İlk göz ağrım olmasından mıdır bilemem ama unutmam mümkün değil. Aradan geçen 30 yılı aşkın süredir halen o çocuklarımla görüşürüm.

Sürekli burada kalacak değildim ya… Dört yılın sonunda kendi memleketime tayin istedim. İlk görev yerimde biriktirdiğim puanlar sayesinde il emrine atamamız gerçekleşti. Kendi ilçeme bağlı bir köye verilmem hususunda bir dilekçe İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne dilekçe verdim. Dilekçem doğrultusunda Sungurlu’nun bir köyüne atamam yapıldı.

Güzel şirin bir köydü. İç Anadolu’nun yeşilliğinin az olmasına karşın orman içerisinde bir köydü. Köyde kalmıyor, her gün kendi aracımla 4 öğretmen arkadaşla birlikte Sungurlu’dan köye geliş gidiş yapıyordum. Müstakil bir okuldu. Köydeki ikinci yılımın Eylül ayında Okul Müdürümüzün tayini çıkmıştı. Müdür atanana kadar vekâleten müdürlüğe bakıyordum.

Büyük bir köy olmasına rağmen okulun ısınması sobalarla yapılıyordu. Orman köyü olmasından dolayı yakıt olarak da meşe odunları kullanılıyordu. Havanın soğuması ile birlikte sobalar hazırlanmaya başlamıştı. Daha önceki yıllarda her öğrenci okula gelirken ellerinde belli büyüklükte odun getirmeleri isteniyordu. Öğrencilerin getirdikleri odunlar o gün için çocuğun sınıfında kullanılıyor ertesi gün yine odun getiriyorlardı.

Müdürlüğe vekâlet ettiğim sürenin başlarında öğrencilerin okula girişleri, ne halde geldiklerini bir süre izledim. O zavallı çocuklar havanın da iyice soğumasıyla birlikte bir ellerinde kara karışmış odun, diğer ellerinde çantaları ile okula geliyorlardı. Daha küçük yaşlardaki çocuklar için bu durum çok daha zor oluyordu. O küçücük yavrular, üstlerindeki karlardan anlaşılacağı üzere belki de düşe kalka elleriyle buz kesilmiş odunları tutarak okul yolunu tutuyorlardı. 

Bir süredir izlediğim bu fotoğraf beni çok üzüyordu. Buna bir çare bulmam gerekiyordu. Hemen köy muhtarını bir çay içmeye davet ettim. Ertesi gün muhtar geldi. Kısa bir muhabbetten sonra izlenimleri anlattım. Kendisine konu ile ilgili bir çözüm önerdim. Çocukların her gün ellerinde bir odunla gelmek yerine kış boyunca yetecek kadar traktörle okula getirmelerin önerdim. Böylelikle bu çocuklarımız her gün odun taşımaktan kurtulacaklardı. Bizler de her gün bu işin takibini yapmayacaktık. Ama aldığım cevap beni çok şaşırtmıştı. Muhtar bunu yapamayacağını köylüleri bu konuda ikna edemeyeceğini söylüyordu. Çocukların durumlarına üzülüyordum ama bir şey yapamamak beni daha çok üzüyordu.

Muhtarla görüşmemizden birkaç gün geçmişti. Kış etkisini daha da artırmıştı. Yine bir gün okulun hemen alt tarafında geçen yolda yürürken 4 ya da 5 traktör dolusu odunların taşındığını gördüm. Çok sevinmiştim. Galiba muhtar köylüleri ikna etti dedim içimden. Ama bir süre sonra yine hüsrana uğradım. Traktörler okul yoluna girmeyip devam ettiler. Şok olmuştum. Hayal kırıklığını atlatır atlamaz hemen muhtarın yanına gittim. Az önce traktörlerin odun taşıdığını ama okula getirmediklerini söyledim. Muhtar bir süre sessiz kaldı. Sonra;

-Hocam o traktörler komşu köydeki karakola götürüyorlar, dedi.
İyice şaşırmıştım. Oraya neden götürdüklerini sorgulamıyordum. Onlar bizim güvenlik görevlilerimizdi. Elbette ki onların da ihtiyacı vardı. Ama orman köyü olmasına rağmen neden kendi çocukları için okulda kullanacağımız odunları kendi okullarına da getirmiyorlardı. Soğukla birlikte o küçücük çocukların elleri, odunu tuttukça buza yapıştıklarını bu veliler hiç mi görmüyorlardı? Vicdanları hiç mi sızlamıyordu?

Elbette onlar da görüyor ve biliyorlardı ve elbette onlar da bir anne babaydı ama bir yere kadar.

Bu durum, eğitimcilerin zorlayıcı bir gücü olmamasının mı yoksa eğitme bakış açımızın bir sonucu muydu? Belki de ülkemizin temel problemi bu.

Ne zaman bu ülkede eğitim öncelikli meselemiz olur, işte o zaman bu güzel ülkemiz istenen medeniyet seviyesine ulaşacaktır. Gücün eğitimde olduğunu anlamamız gerekiyor. Eğitime önem veren ülkelerin dünyaya hükmettiklerini anladığımız zaman birçok problemi de kendiliğinden aştığımızı göreceğiz.

Ama hemen şimdi ve gecikmeden yapmalıyız.

Sevgide kalın, sevgiyle kalın…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.