Gül Mevsimi
Gül mevsimiydi, sular coşkun ve bulanık akıyordu. Dere boyuna dizili ve birbirlerine yakın duran
selvilerin yanından yürüyordu. Hep birlikte açan yaprakların arasından sızarak toprak zemine düşen güneşlere basarak yürüyordu.
Karşı yolda onu gördü,
gülyüzü ile bakıyordu,
yakından bakıyordu.
Bulanık ve coşkun sulardan
geçip de böylesine yakına
nasıl gelivermişti.
Kollarını ona doğru açtı,
yürüdü, onu kucakladı,
başını süt verdiği iri
göğüslerine bastırdı.
tadını ve kokusunu derin nefeslerle dimağına çekti. Durmaz ağladı.
Sitem etti, “Neden geç geldin” dedi, bir cevap alamadı.
Nihayet rüyada olduğunu
anladı. Uyanmak istemedi.
Geniş karyolasında bir o
tarafına bir bu tarafına
dönüp durdu.
Nice zaman sonra üzerindeki örtüleri kenare çekti,
Yatağından indi,
terliklerini giydi,
duvardan duvara cam penceredeki büyük beyaz perdeyi bitişik duvara kadar çekti.
Vakit gece yarısını geçmişti. Uzaklardan yıldırım sesleri geliyordu.
Asabî damlalar yaprağını dökmeyen ağaçlara vurup duruyordu durmadan.
Göğsünde yine bir ağırlık oldu.
İçindeki tükenmez acılar boğazına kadar gelip düğümlendi.
Buğulu cama yaslandı,
hıçkıra hıçkıra ağladı.
Çizmelerini giydi, beresini taktı, yakasını kaldırdı, fermuarını çekti, tahta merdivenleri indi, duvara dayalı deyneğini ve ekmek poşetini aldı, yürüdü.
Karanlıktı, fakat ayakları
yolu biliyordu.
Sırtına suğuk rüzgârların savurduğu yağmur taneleri çarpıyordu.
Uzak diyarlara düşen yıldırımlar aydınlatıyordu yolunu bazen.
Büyük kapıya geldiğinde onu aç köpekler karşıladı, onlara ekmek çantasını bıraktı.
Köşeli taşların dizili olduğu yoldan yürüdü, ona varınca mezar taşını kucakladı, yüzünü sürdü, ağıt yaktı. Şehit oğlunun mezarındaki soğuk toprakları avuçladı. İçindeki acı azalıncaya kadar öylece kaldı.
Sonrasında şefkâtli iki kol onu
omuzlarından kucakladı ve
“Gidelim artık” dedi.
Ahmet Akşit
28.05.2022
Halkapınar