Ramazan Biterken

Hafızam beni yanıltmıyorsa oruç tutmaya ilkokul beşinci sınıftayken 10 yaşında başladım. İlk oruçtan bu yana geçen otuz sekiz yılda ramazana dair aklımda hafızam da yer edinenler;
Mahallenin çocuklarıyla birlikte gittiğimiz teravih namazları, cami cemaatin bizi arka saflara göndermesi, teravih çıkışı yumurta akından yapılan Trabzon’da kaymaklı olarak adlandırılan tatlının yenmesi, annemin babası Hüseyin dedemin bana abdest almayı öğretmesi, beni hatimle teravih namazı kıldıran camide en az üç teravih namazına götürmesi. Çocukken ezberlediğim biçimde söylediğim ‘Allah umma sallı ala’nın melodisi. Namaz çıkışında anne ve babamın oğlum namaz kıldı, orucunu tuttu sevinci ve mutluğunun hissettirdiği o müthiş gurur. Sahur vakti sıcak yataktan gözlerim yarı kapalı kalkıp ramazan öncesi hazırlanan yufka ile yapılan yufka bir akşam şerbetlisinin bir akşam peynirlisinin yapıldığı tatlının kokusunu takip ederek yer sofrasına oturuşum. Demli çay, sabah ezanı bitene kadar bir bardak suyun hızlı hızlı içilişi, sabah ezanın eda edilip uykuya dalınması. Beni seven ve gururla bağrına bastığını düşündüğüm bir ailenin parçası olmanın verdiği güven ve sonsuz bir huzur var.
Çocukken Allah’ın en çok çocukları sevdiğini düşünürdüm hala da öyle düşünüyorum. Beni ilk kez camiye götürüp abdeste aldırıp, namaz kıldıran Hüseyin dedemin anlattıklarından mı bilmiyorum ama ortaokulda ilk din kültürü ve ahlak bilgisi dersini görene kadar Allah’ın beni çok sevdiğini, kollayıp, gözettiğini ve her daim bana gülümsediğine inanırdım.
İlk kez ortaokulda din kültürü hocamız Allah’ın emirlerini ve istediklerini yapmazsak başımıza neler geleceğini uzun uzadıya bütün korkunçluğuyla zevk alarak anlatıncaya kadar. O andan sonra Allah’tan korkmayı öğrendim. Din dersi hocamız dedemin anlattığından çok farklı olarak çocukları çok seven, rahmeti bol, bağışlayan, kollayan ve esirgeyen bir yaratıcıdan değil en ufak kötülüğü bile yaparsam beni ateşlerin içine atacak, türlü acılar çektirecek bir yaratıcıyı öğretti bize. Bu öğreti, benimle Allah arasında dedemin sevgi üzerine kurduğu bağı yerle bir etti. Oysaki Hz. Peygamber ( S.A.V), zorlaştırmayın kolaylaştırın, uzaklaştırmayın yakınlaştırın, korkutmayın sevdirin diye tavsiyede bulunmuş, bunu en iyi bilmesi gereken hocamız, bu tavsiyeyi görmezden gelmişti.
Sonra büyüdüm. Dedemin küçük bir çocukken inşa ettiği Rabbin seni seviyor, sende onu sev, onun rızasını kazanmak için ibadet etmelisin öğretisi, din dersi hocamız inşa ettiği korkutarak ibadet etme öğretisine galip geldi. Bunda ilk gençlik yıllarını geçirdiği Trabzon’un Karşıyaka mahallesindeki komşularımızın çok etkisi oldu.
Komşularımız çok iyi insanlardı, çıkarcı değillerdi, haramdan ölesiye korkarlardı, helal kazanç için çalışırlardı, muhtaçlara yardım ederlerdi, bunu yaparken de insanların gözüne sokmadan kimsenin haberi olmadan gizlice yaparlardı, inançlarıyla böbürlenmezlerdi. İnsanların birbirini kolladığı, gözettiği Allah’ın rızasını aradığı, kapıların kilitlenmediği, komşuluk hakkının her şeyin üstünde tutulduğu böyle bir mahallede dini yaşayarak deneyimlemek bana gerçek bir müminin nasıl olacağını, olması gerektiğini öğretti.
Gençliğimin geçtiği mahallede edindiğim deneyimlerin sayesinde yaşamımı sürdürmeye çalışıyorum. Allah’ın rızasına uygun olmayan işlerle meşgul olanlarla; dini gösteriş ve çıkar için araç olarak kullananlarla; sebebi ne olursa olsun insanlara zülüm yapanlarla, bu zulme ses çıkarmayanlarla arama mesafe koyuyorum. Allah’tan onun istediği dışında ve rızası olan ümmete ve milletime layıkıyla hizmet eden kul olmaktan başka bir isteğim yok.
Çocukluğumda birbirini seven, kollayan, gözeten, değer veren, sevgi ve güven ortamın bulunduğu bir ailede ve çevrede tuttuğum oruçların, oturduğum iftar ve sahur sofralarının huzurunu hiç unutmadım. Bugün bu huzuru bulmak çok zor. Allah’tan dileğim, o huzuru tez zamanda yakalar ve onu gereksiz ve faydasız işler yaparak bozmayız.