Aşk’a Dair
Nesimiyem vay başıma
Kanlar karıştı yaşıma
Yağın gerekmez aşıma
Yeter zehirin katmasın
Kehribara yemin olsun!
On sekiz bin alemden önce yaratılan aşk… yıldız tozundan değil aşk hamurundan yoğurulan bir evren. Öyle ya yere göğe sığmayan Rahman, bir kulunun kalbine sığar. Mitralyözlerin karşısında gülümseyerek duran anne kalbi değil midir? Vatan aşkı değil midir yedi düvele kafa tutturan?
“Kurtarmasun Allah beni bu derd-i hevadan
Derdun ile dil bağlamayan zevkini bilmez
Dindirmesün Allah gözümün yaşını zira
Aşkın ile kan ağlamayan zevkini bilmez.” dizesi Avni’ye, yani cihan hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’e aittir. Köleyi Sultan, hükümdarı esir yapandır aşk. Hem de dünya tahtından arşın arşın yükseklerdedir aşk!
Mevlevilere yemin olsun!
Seyyareler dönerken Şems’in çekim alanında; asla yaklaşamazken ve asla da kaçamazken ateş çemberinden döner de döner.. hepsi aşık mıdır güneşe, bilemeyiz. Tek bildiğimiz kavuştukları an yanacakları. Ve dönmeden vazgeçmeyecekleri. Kavuşunca yanacaklar evet ama ayrılınca da yok olacaklar. Ne senle ne sensiz gibi işte.
Harese’ye yemin olsun!
Hani bir Kays vardı, bir beyin oğlu. Mecnun Arapça’da “cnn” kökü saklamak sözcüğünden türer. Cenin, anne karnında saklı; cennet, saklı bahçe; can, bedende saklı; canan, can içrede saklı. Mecnun ise aklını saklayan. Biz cahillerin, kalp gözü kör olanların tabiriyle deli. Öyle bir delilik ki bu; babasının şifa için Kabe’ye şifa için götürdüğü Mecnun:
“Ya Rab, aşk belasıyla beni tanıştır.
Bir an bile aşk belasından uzak tutma beni.
Ben olduğum sürece beladan dileğimi çevirme
çünkü ben belayı istiyorum, bela ister beni” diyerek aradığı derdin aslında dermanı da olduğu paradoksuna biz akıllılardan çok zaman önce ulaşmış. Bizi diğer canlılardan ayıran aklı değil, bizi diğer insanlardan ayıran aşkı istemiş. Ve şöyle bitirmiş duasını: “Vücudumu onun ayrılığında öyle hafif kıl ki hafif esen sabah rüzgarı bile ulaştırabilsin ona beni.
Mecnun bir türlü kavuşamamış Leyla’sına. İçtiği su, aldığı nefes, mevsimlerin geçişi olmuş onun için. Gün gelmiş, acımış! ona Leyla. Çıkmış çölde karşısına. Fakat Kays’ta çok başka haller var. Leyla’sı yokmuş karşısında. “Ben bensem sen kimsin? Sen sensen ben kimim?” diyerek gerçek aşkına geri döner. İçindeki gerçek Leyla’ya. İçindeki artık ilahi bir aşktır. Özümüzdür Allah, onun toprağa üflediği ruh değil miyiz hepimiz? Enel Hak haykırışları da bu yüzden değil midir? Kıvrım kıvrım istediğimiz kadar aksak da sonumuz deniz değil midir başlangıcımızdaki gibi. Yürek ozanımız Aşık Veysel de der kavuşamayınca aşk olduğunu. Ve istemez kavuşmayı. Ne zaman bir arada olmuştur ki maddeyle mana, ne zaman yakışmışlardır ki?
Dabbet’ül Arz’a yemin olsun!
Her aşık kendi maşukunu yaratır aslında. Şair şiirle anlatır onu ressam fırçayla. Bir portreyi incelediğiniz vakit çizilenden çok çizeni görürsünüz. Şiir mısralarında gördüğünüz Muazzez Akkaya aslında Mona Roza’yla ilgisizdir. Şairin gözünde o Mona Roza’dır. “Sana yüklediğim anlamları senmişsin gibi düşünme aldanırsın. sen o anlamlarla sadece bende varsın. Ben seviyorsam sen bahanesin”. O yüzdendir ki aslında içimizdir aşk, kendimizdir aşk, sılamızdır, gurbetimizdir, ayrılığımızdır aşk…
Kolay mı gerçeğe ermek
Dost bağından güller dermek
Orada kalsın değer vermek
Yeter ucuza satmasın